siberveri: mayıs 2019, duyuru

“Bilim’i olmayan bir dilin, toplumun bilim-kurgusu da olmaz?” ya da “sanayileşmemiş bir toplumun bilim-kurguya ilgisi olmaz” ya da “millet aç gezerken, bilim-kurgu da neymiş?” diklenmesi? Bunların eleştiri olarak sayılabilmesi için, bu eleştiriyi getirenlerin, bir yazın türü olarak bilim-kurgu konusunda önümüze ne konduğuna bakmış olmaları gerekmez miydi? Hep talî bir alan olarak bilim-kurgu yazını, Çocuk Edebiyatı adı altında, müfredata sokuşturulmaya çalışılan bir cüce olarak da kalmıştır. Jules Verne‘nin ağırlığından ne kadar bahsetsek de, önemini ortaya serecek bir Atlas yapmamız zor olabilir. Oysa Jules Verne, bir hayalperest olarak bilinir, öyle değil mi? Nasıl bir hayalperestlikmiş ki bu, nükleer denizaltılar bile, henüz Nautilus‘un ihtişamına erişebilmiş değil. Hayal-perest bizde, pek de iyi bir şey olarak alınmaz, o ne romantik ne de devrimcidir. Siyasi bir kimlik değildir ve hiç bir zaman da istediği şeye ulaşamayacaktır. Tanzimat yazarının ütopyası Yeni Zelanda, bu anlamda hala ütopyanın “ada”sıdır. Çünkü Beşir Fuad‘ın varlığı, Bilim’in Batı’da 200 yıldır kazandığı zaferlerin yanında değildir, Beşir Fuad korkunç bir pozitivist olarak “hayal-perest”tir.

“Buna bir isim vermek çok güçtü. Görüş alanım sınırsızdı ve sınırsız bir alana bakıyordum. Bir saniyede sanki milyonlarca asırlık mesafede oldukları tasavvur edilen boyutlardaki mekanları gezip gördüğüm halde hep aynı noktada duruyordum. Duyguları ve idrakı alt üst eden bu kudret, vicdanı mahveden bu azamet tüm çıplaklığıyla parlamaya başladı. Kudret de, azamet de, sonsuzlukta hiç oldu. Yaptım diyemediğim, yapmadım diyemediğim bu yolculukta kendimi kaybettim ve bir an hiç oldum…” (A’mak-ı Hayal)

A’mak-ı Hayal, Felibeli‘nin en şakacı eseri sayılabilir. Hay-bin Yakzan‘ın adası (İbn-i Tufeyl), Robinson‘dan 100 yıl önce hayal edilmiştir. Bir çok örnek sayılabilir, Batı’dan Doğu’dan Uzak Doğu’dan… Fakat yine de türün içinde nefes alması gereken zaman olarak 20. yüzyıl, bütün o ayrımların tür lehine keskinleştiği, “ütopya”dan doğan türün, sanayileşme birlikte, maddeciliğin tüm sınırlarını da aşarak, bambaşka bir hale büründüğünü bize gösteriyor. Frapan Robotlar, İnsanMıDeğilmiİnsanlar, DertliAndroidler derken, kendi hafifliğinde de kavrulan, pişen, cızırdayan Tür, ne dersek diyelim, gelecek ve uzak gelecek gibi oldukça bulanık şeyleri önümüze bir tez ile sürebilme cüretini göstermektedir.

Kötü bilim-kurgu oldukları için değil, tam tersine kötü sinema, kötü oyunculuk ve kötü dekor, kötü hikaye oldukları için bu filmler, öyküler ve türkçe bilim-kurgu insanda paslanmış ıspanak tadı bırakıyor. Bizde bilim-kurgunun bir tür olarak yediği tokatların altında da sanki bir tür olarak sınırlarının ve imkanlarının belli olmaması yatıyor. Tarihsel olarak 100 yıldır, çeşitli adlarla aramızda endam etmesine, çevirilerle beslenmesine rağmen, örneğin Huzur gibi, Yaban gibi, Tutunamayanlar gibi vb. bir başlangıç eseri ortaya koyamamış olmasına bakmalıyız belki de? Kötü edebiyat olarak neredeyse damgalanmış bu türün başına neler geldi, 100 yıldır? Mayıs ayı boyunca sürecek dosya bölümüne yazılarınızı bekliyoruz.. Ayrıntılar siberveri sayfasında.

Bir Cevap Yazın

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.